1 Kasım 2012 Perşembe

Sur (Tyre) - Lübnan


Sur ( Tir veya Tyre olarak’da geçiyor) Beyrut’un 80 km güneyinde yer alan hoş bir Akdeniz kenti. Muz bahçelerinin arasından uzayıp giden keyifli bir yol sonrası kente varılabiliyor. Sur’daki ilk hedefimiz Unesco dünya mirası listesinde yer alan Al Bass arkeolojik alanı ve oradaki çok iyi korunmuş durumda olan 20.000 kişilik Roma hipodromu.


Ören yerinin girişi açık ve etrafta da kimseler olmadığı için Behçet bir arabanın peşine düşüp içeri giriyor ve bizde harabelerin hemen yanına kadar araba ile ulaşıyoruz. Bir süre etrafta dolandıktan sonra bir asker ortaya çıkıyor ve hem bilet almamız gerektiğini hem de arabayı girişe götürmemiz gerektiğini söylüyor. Biz kapıda kimse yok diyince sağa sola bir dolu telefonlar edip sonuçta birini buluyor ve görevini yerine getirmiş adamların huzuru içinde bizi gerisin geri yolluyor. Arabamızı park edip, biletimizi alıp, bu sefer  yürüyerek  antik kente tekrar giriyoruz. Adamın İngilizcesi fena değil, sonrasında bize bayağı bilgi veriyor, yardımcı oluyor.


İlk dikkatimizi çeken, atalarımız sağ olsun, antik şehri neredeyse tam ortasından yarıp geçen Hicaz demiryolundan kalma raylar. Kim bilir neler kırılıp, dökülüp, çalınmıştır bu demiryolu buradan geçerken.
Sur çok eski bir şehir. Heradot’un anlattığına göre buralarda ilk yerleşim MÖ 2750 yılına kadar gidiyor. Uzun süre Mısır’ın kontrolünde kalmış. MÖ 11.yüzyılda Fenike şehirleri arasında en kuvvetlisi sayılıyor. MÖ 60 yılında ise şehir Roma’nın koruyuculuğunu kabul ediyor.


Al Bass alanında oldukça geniş bir nekropolis var. Nekropolis’in içinden geçen yol Bizans döneminde yapılmış ve MÖ 1.yüzyıldan kalma,  anıtsal bir Roma kapısına doğru uzanıyor. Al Bass gerçekten çok güzel  ve oldukça iyi kazılmış, korunmuş bir alan. Roma ve Bizans yapıları çoğu yerde iç içe geçmiş durumda. Bizim gibi arkeoloji tutkunları için çok keyifli bir yer.



Ancak buradaki en görkemli yapı, yapımı MS2. Yüzyıla tarihlendirilen 20.000 kişilik muhteşem hipodrom. Dünyadaki en iyi korunmuş hipodrom olduğu yazılı kitaplarda. Gerçektende yapı parça parça bölümler halinde olsa da pek çok yerde ayakta kalmış. Gerçek bir hipodrom sahnesini, seyircileri, yarışan arabaları burada hayal edebilmek oldukça kolay.

Hipodromun neredeyse orta yerinde ise ateistler tarafından öldürülen Hıristiyanlara adanmış MS 3.yüzyıla tarihlendirilen bir kilise bulunuyor. Bizimkiler nasıl antik şehrin ortasından demiryolu geçirebiliyorsa, o zamanki Bizanslılarda nam olsun diye hipodromun orta yerine kiliseyi konduruvermişler işte..






Al Bass arkeolojik alanı aslında şehrin içinde bir nevi kurtarılmış bölge. Etrafını uzun uzun hipodrom manzaralı apartmanlar çevirmiş durumda. Bu güzel arkeoloji turundan sonra arabayı şehrin içinde bir yerlere bırakıp eski çarşılara dalıyoruz. Etrafa bakınırken bir taraftan da Lonely Planet tarafından tavsiye edilen balıkçı limanındaki Le Phenicien restaurant’ı arıyoruz.



Lübnan’da ne İngilizce ne de Tarzanca anlaşabilmek pek mümkün olmadığı için, insanlara elimizdeki kitaptan küçük deniz fenerinin resmini gösterip nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Sonuç sıfır kimse bilmiyor. Sonuçta kendimiz deniz kenarına inip yürümeye başladıktan sonra Hıristiyan mahallesinde kalan küçük balıkçı limanını buluyoruz. Belki 700 metre ötede sorduğumuz  Müslüman dükkan sahiplerinin burayı bilmemesi  ise oldukça manidar..

Restaurant’ın yerini bilen tabiî ki yine yok ama tesadüfen tabelasını görünce sorun çözülüyor. Ancak kapısına gelince başka bir sorun çıkıyor çünkü kapıda otomatik tüfekleri kuşanmış hazır olda bekleyen çekik gözlü iki asker var. Garsonlara çekinerek girebilirmiyiz diye soruyoruz,tabii diyorlar, sonuçta da hem Lübnan’da yediğimiz en iyi yemeği, hem de kendi açımdan uzun zamandır yediğim en iyi deniz ürünleri çeşitlerini yiyorum. İçlerinde humus’un da yer aldığı klasik 1-2 mezenin yanında Fatuş salatası ve unutulmaz balık karpaçyo. Ana yemek olarak ise ızgara jumbo karideslar. Benim etobur sevgilim bile bayılıyor yediklerine.


Bu arada yemek yerken kapıdaki askerlerin koruduğu, bizim arkamızdaki masada yerel liderler olduğunu tahmin ettiğimiz kişilerle yemek yiyen diğer çekik gözlülerin kim olduğunu öğreniyoruz.  Lübnan’daki BM barış gücünde görev yapan Güney Koreli komutanlar ve hanım sağlık görevlileri. Bir taraftan yemek yediler bir taraftan da yerel liderlerin kanını alıp, adamlara sonrasında da fotoğraf makineleri hediye ettiler. Aslında oldukça komik görüntüler vardı ama okuduğumuz her türlü kaynak aman askerlerin resmini çekmeye yeltenmeyin dediği için fotoğraf makinemden uzak durdum..




1 yorum:

Tijen dedi ki...

Benim listemde de sırada Lübnan. Bakalım ne zaman? Bu kış olursa güzel olur tabii!